Çatkapı Ankara lezzetleri


Çatkapı – Ankara Lezzetleri

27 Nisan 2011 Çarşamba

Hatalarınızı toplayıp müzeleştirir misiniz?

Bugün kulelerin göğü deldiği, ülkenin ikinci büyük finans merkezi Charlotte'ta yaşananlar endüstri devriminin ABD'yi nasıl dönüştürdüğünü açıkça gösteriyor. Ansızın gelen değişim, hızla farklılaşan yaşamlar, ayak uyduranlar, geride kalanlar ve yok olanlar... Charlotte işte tüm bunların toplamı. Demokrasinin beşiği olarak bilinen Amerika'da Amerikanlar da demokrasi adına daha almaları gereken çok yol olduğuna inanıyorlar. Bağımsızlık Savaşı'nın ardından yaşadıkları iç savaşın izlerini silmeye çalışıyorlar. Lakin bunun için kullandıkları yöntem bizim alışkın olduklarımızdan farklı. Kötü anıları siliyorlar. Sadece üzerini... Tozlarından arınıp, daha net görünsünler diye...


'Antidemokratik' ticaret merkezi

1768'de dönemin Büyük Britanya Kralı III. George, Alman asıllı Kraliçe Charlotte ile birlikte bu bölgeye geliyor. Kraliçe Charlotte, çiftçilikle geçinen bu küçük ticaret merkezine adını veriyor. Bundan sekiz yıl sonra da ABD, bağımsızılığını ilan ederek Büyük Britanya Krallığı'nın kolonilerinin arasından ayrılıyor. Güney Amerika Levine Müzesi'ni (Levine Museum of the New South) birlikte gezdiğimiz, müzenin kurucusu Tarihçi Dr. Tom Hanchett anlatmaya başlıyor. Yaşananların tümünü interaktif sergilerin arasında izliyor, görüyor ve dokunuyoruz. Yani burada yazılanlar gerçekleştirdiğimiz bu müze gezisinden geliyor.


Geciken özgürlük

Endüstri devrimi ile ABD'de hızla gelişen sanayi kendine yeni alanlar arıyor. Ucuz işgücü ve hammaddeye hücum edilmiş. Önceleri New York, New England civarında kurulan fabrikalar masraflarını azaltmak için yeni mekan arayışında. Charlotte, tekstilciler için biçilmiş kaftan. Koloniyal dönemin iki ticaret yolunun kesiştiği ufak bir yerleşim alanı. Bölgede köleler, toprak ağalarının himayesinde karın tokluğuna çalışıyorlar. 1800'lü yılların sonunda iklimi sıcak, güney kenti Charlotte'ta pamuk tarlaları ve fabrikaların sayısındaki artış yarışa giriyor. Bölgedeki demiryolları, birkaç saat uzaklıktaki limanlara kolayca ulaşmaya olanak tanıyor. Tekstilciler, köleleri tarlalardan alıp fabrikalarda çalıştırmaya başlıyor. Hatta çocuk işçiler dahi var. Makinelerle tanışan kölelere nispeten daha konforlu yaşam alanları sunuluyor. Fakat hala özgür değiller. İşten atıldıkları anda evlerini, her şeylerini kaybedecekler ve hala toprak sahibi olma şansları yok.


Tekstil'in kalbi

1920'lerde Kuzey Karolina'nın ticaret kenti Charlotte, ABD'nin en büyük tekstil üretim merkezi haline geliyor. Sıcak paranın döndüğü bu kentte bankalara ihtiyaç duyuluyor. Milenyum sonrası inşa edilen ve bugün kentin siluetini oluşturan kulelerin temelleri aslında 1920'lerde atılıyor. Fabrikaların ardından bankalar da Charlotte'a geliyor. Aynı dönemdeki nüfus artışı da oldukça çarpıcı. 1900'de 20 bin olan kent nüfusu 1920'ye gelindiğinde 100 bine ulaşıyor. Dönemin başkanı Roosevelt 1930'larda Charlotte'u övdüğü konuşmasında kenti gökkuşağına benzetiyor.


Güney eyaletleri neden ayakta?

Ve Amerika'nın geçmişindeki büyük sorunlardan biri iç savaş. Abraham Lincoln'ün başkanlığa gelmesinin ardından kölelik sisteminin kaldırılmasına karşı çıkan aralarında Kuzey Karolina'nın da bulunduğu ABD'nin 11 güney eyaleti, birleşik devletlerden ayrılmak üzere ayaklanıyor. Afrika'dan kaçırdıkları köleleri tarım işçisi olarak çalıştıran güney eyaletler mevcut sistemin sürmesi için savaşa girecek kadar ısrarcı. 1800'lü yılların sonunda siyahlar, sadece beyaz kadınlara baktıkları için dahi idam ediliyorlar. İç savaç ile birlikte Charlotte'un da içinde bulunduğu bölge kaosa sürükleniyor. Bu dönemde Güneyde demokrasiden söz etmek mümkün değil. Güney Karolina eyaletinde sadece 500 kişi oy kullanıyor. Oy verme yetkisine sahip toprak sahibi topluluk bu hakkını başkalarıyla paylaşmak istemiyor. Hal böyle olunca süreç yavaş ilerliyor. Oy verebilmek için önce vergi uygulaması başlatılıyor. 2 dolar ödeyebilenler oy kullanmaya başlıyor. Daha sonra test uygulanmaya başlanıyor. Anayasa, seçim kanunu gibi içeriklerden gelen soruların sorulduğu testi geçenler oy kullanabiliyor. Bu noktada Aysun Kayacı'ya referans vermek gerek. Anti demokratik uygulamalardan bahsediyor olsak da burada kısmen doğru bulduğum bir uygulama var. “Okuma yazma bilmeyen insanların ülkenin kaderini belirlemesi ne kadar adil?” Bunu kendimize sormamız gerek. Aysun Kayacı'nın söylediklerini Tarihçi Tom Hanchett ve The Charlotte Observer'ın editörü Micheal Gordon'a aktarıyorum. Önce karşı çıksalarda durumu biraz daha izah edince “Demokrasi her daim demokrasi getirmiyor” görüşünde birleşiyoruz. Hatta seçim hilelerinde Chicago eyaletinin meşhur olduğunu ekliyorlar.


'Derin' siyah beyaz ayrımı

1950'lerde siyah ve beyazlar arasındaki ayrım ciddi biçimde derinleşiyor. Su içtikleri çeşmeler ayrılıyor. Tren istasyonlarında farklı noktalarda bekliyorlar. Siyahlar, beyazlarla aynı otobüslere binemiyorlar, aynı okullara gidemiyorlar, aynı restoranlarda yemek yiyemiyorlar. Ve onlar için ayrılan her şey kalitesiz. İçtikleri suyun tadı bile farklı. 1960'lara gelindiğinde bu ayrımın kalkması için yasal düzenlemeler yapılıyor fakat toplum bu düzenlemeleri kabullenmiyor. Beyazların restoranlarına giden siyahlar şiddet ve hakarete maruz kalıyor. Hatta toplumsal yaşama katılmaya çalışanlar linç ediliyor. Geri dönüp baktığımızda sadece 50 yıl önce yaşananlar inanılır gibi değil. Fakat bugün gelinen noktada 50 yıl içindeki muazzam gelişime şahit olmak da ilginç. Kötü anılar bir müzede toplanmış ve ziyarete açılmış. Bir daha aynı hataya düşülmesin diye karşımıza konulan insanlık derslerini takip ediyoruz bu müzede. Ve şunu bilmek gerçekten acı. Kötü anılarımızla yüzleşemedikçe, büyük devlet olamayacağız.

Hiç yorum yok: