Çatkapı Ankara lezzetleri


Çatkapı – Ankara Lezzetleri

18 Kasım 2010 Perşembe

Cadı avlarını, festivale dönüştüren kent Edinburgh

Orta Çağ Avrupası'nda yaklaşık 300 yıl süren cadı avlarına sahne olan sokaklar içinizi ürpertirken, gotik mimarinin sizi büyülemesine engel olamadığınız bir kent düşünün. Bu kentte adımlarınıza dikkat edin; çünkü tam altınızda zindanlar var. Bu yeraltı sokaklarına ilişkin türlü efsaneler çalınacak kulağınıza... Edinburgh'da korkularınızla yüzleşmenize yardımcı olacak öyküler sayısız. En bilinenleri veba salgınları, cadı avları, tıp öğrencilerinin kadavra alışverişleri, lanetlenmiş ruhlar. Kentin ürkütücü yüzüne geri döneceğiz ama önce Edinburgh'nın gotik yapılarının arasında yolumuzu kaybetmeye ne dersiniz? Yanıtınız “Evet” ise İskoçya'nın başkentindeki turumuz başlıyor. Nemli havada, kulağımızda gayda sesleriyle yarım asırlık gelinin çeyiz sandığını koklayacağız.


Bulutların arasında

İskoçya, Birleşik Krallığı İngiltere, Galler Prensliği ve Kuzey İrlanda ile birlikte oluşturan dört kentten biri. Britanya adası üzerindeki bölgeler, siyasi ayrımların yanı sıra coğrafi özellikleriyle de isimlendiriliyor. İskoçya topraklarının üzerinde bulunduğu bölge, Highland yani yüksekler ismini almış. İskoçya’da kendi içinde yüksekler ve adalar olarak iki bölgeye ayrılıyor. İngiltere’den karayoluyla gelip İskoç sınırına ulaştığınızda arazinin tatlı yükselişini hissediyorsunuz. Ve Edinburgh’ya vardığınızda sarp kayaların üzerine özenle inşa edilmiş, bulutların arasındaki yapılarla karşılaşıyorsunuz. Bu büyülü güzelliğin günümüze dek korunabilmesi, Edinburgh’nın İkinci Dünya Savaşı’nda bombardımandan uzak kalmış olması. Avrupa’nın görsel kimliğinde derin yaralar açan savaş yılları neyse ki bu romantik güzelliği bizlere bağışlamış.

Eski ve yeni ama…
Birtanyalılar kentleri Kuzey – Güney, Doğu – Batı gibi düzlemlerle bölmeyi alışkanlık haline getirmişler. Aslında somut olmayan bu sınırlar büyük kentlerde yaşamı kolaylaştırıyor. Edinburgh da eski ve yeni kent (old ve new town) olarak ikiye ayrılıyor. Zamanında eski kentteki dar sokaklar, kulak kulağa inşa edilmiş küçük evler ihtiyaca yanıt vermemiş. Buna bir de işlemez hale gelen kanalizasyon sistemi de eklenince 18. yüzyılda yeni kente kayan yerleşim kaçınılmaz olmuş. Mimari anlayışları birbirinden farklı olsa da Edinburgh’nın eski ve yeni kentleri bizi büyülenmekten alıkoyamıyor. Tüm dar sokakları adımlamak, her kapıyı çalıp tarih kokan koridorlardaki öykülere kulak vermek istiyoruz.

Kaleye çıkan yol…
Kentin ortasındaki vadinin iki yanında kalan yüksek bölgeleri Kuzey ve Güney köprüleri birbirine bağlıyor. Yıllar önce köprüyü aydınlatan, balık yağından yapılmış mumların yakıldığı fenerler kuzeydeki köprüyü süslemeyi sürdürüyor. Kuzey köprünün ihtişamını görmek için ona bir de aşağıdan bakmak gerekiyor. Şimdi High Street’i keşfederek kaleye uzanalım. Kent merkezinden kaleye doğru uzanan turistik caddenin ismi High Street... Üzerinde kafeler, publar, hediyelik eşya satan mağazalar, sokak sanatçıları... High Street’ten kaleye doğru uzanmak pek de kolay değil. Keza engebeli yoldan yukarı tırmanıyorsunuz. Dert etmeyin, High Street’i tırmanırken çok sayıda molamız olacak. Bir kafede oturup mis kokulu kahvemizin dumanı tüterken, tarçınlı kekleri midemize indireceğiz. Göz kamaştıran dekoruyla bizi çeken publara uğrayıp İskoç viskilerini tadacağız. Hediyelik eşya mağazalarında kaşmir kumaşlara dokunacağız. Sokak sanatçılarını kimi zaman izleyeceğiz, kimi zaman da onların bizi izleyip, resmetmesini bekleyeceğiz sabırla… Parlamentonun karşısında, arnavut kaldırımın ortasında “Ekonominin babası” Adam Smith’e selam vereceğiz. St Giles Katedrali’nin vitraylı camlarından sızan ışığın altında ihtişamlı yapıyı inceleyeceğiz hatta kent mahkemesinde bir duruşmaya konuk olacağız.

Ve panorama...
High Street’i tırmanırken her şeyin tadına bakıyoruz ve sonunda kaleye ulaşıyoruz. 12. yüzyılda inşa edilen Edinburgh Kalesi, sönmüş bir volkanın oluşturduğu kayalıkların üzerinde yer alıyor. Eski ve yeni kenti panoramaya hakim kaleden izleyebiliyorsunuz. Eski kentin sık binaları, dar sokakları sizi yorduysa yeni kente doğru dönüp bahçeli evleri izleyebilirsiniz. İki kentte de mimari olağanüstü. Detaylar, metrelerce uzaktan bile seçilebiliyor. Tarihi savaşlara katılan İskoçların geçmişi kale içerisinde yer alan müzede izlenebilir. Her bir noktasında ayrı detaylar barındıran kalenin en ilginç noktası ise komutanların köpekleri defnettiği köpek mezarlığı. Kale turunun ardından dünyanın en iyi viskilerinin tadına bakmak istiyorsanız çok uzağa gitmenize gerek yok. İskoç Viski Mirası Müzesi’nde tarihi tatlar var. Gün ortasında “Viski beni çarpar” diyorsanız, alternatif olarak aynı bölgedeki Camera Obscura’yı ziyaret edebilirsiniz. Bu mekân size dünyanın illüzyonlarını sunacağını vaat ediyor. Camera Obscura’da devasa bir kameradan kenti izleyebiliyorsunuz.

Kilt ve gayda...
Edinburgh ile birlikte tüm İskoçya’nın en bilindik simgeleri Kilt ve Gayda. İskoç erkekleri eteğe benzeyen, kilt adı verilen bu kıyafeti giyiyor. Kilt, geçmişte günlük yaşamın vazgeçilmeziyken günümüzde özel günlerde giyilen bir kostüm halini almış. Öte yandan kiltin üretildiği kaşmir kumaş üzerinde yer alan renkler ve desenler de insanların mensup olduğu klanları simgeliyor. Edinburgh’da bulunduğumuz süre içerisinde görebildiğimiz erkekler arasında kilt giyenlerin sayısı, yok denebilecek kadar azdı. Şimdi kulağımıza aralıksız gelen sesin kaynağını buluyoruz. Karadeniz tulumlarına benzeyen gayda, bir tür üflemeli müzik aleti. İskoçların ulusal simgelerinden biri olan gayda, ustaların elinde bir müzik ziyafetinin ana yemeğine dönüşüyor. Gayda geçmişte savaşa giden İskoçları cesaretlendirmek amacıyla kullanılmış. Tarihte savaş aleti sayılıp yasaklanmış olması da onu ilginç bir müzik aleti haline getirmiş. İskoçya’da geçen filmlerin tema müziklerinde de gayda tınılarına sıklıkla rastlıyoruz.

Eski kentten Kale'ye bakış
Kaleden yeni ve eski kentin panoramasını izlediğimizde içimizde beliren eski kentin sokaklarında kaybolma isteğinin önüne geçemiyoruz. Kuzey Köprüsü’nün yan bölmelerindeki detayları görebilmek için önce altına iniyoruz. High Street’ten rastgele seçtiğimiz bir aralıktan aşağıya indik bile. Köprü mükemmel görünüyor. Aynı aralıklardan birini daha seçip bu sefer de köprünün üstüne yöneliyoruz. Tarihi fenerleriyle, altında sıra sıra uzanan demiryollarıyla Kuzey Köprü’yü ağır ağır adımlıyoruz. Köprünün tam karşısında İskoçya Ulusal Arşivi bulunuyor. Yönümüzü Princes Street’e çevirip, The Scott Monument’e doğru ilerliyoruz. Ünlü yazar Walter Scott anısına neo-gotik tarzda inşa edilen ihtişamlı taş kule, şömine taşlarına benzeyen kararmış yüzeyiyle bizi karşılıyor. Rivayete göre eskiden Edinburgh’da sıklıkla meydana gelen yangınlar ve ortaya çıkan duman, kulenin yüzeyini bu renge dönüştürmüş. Princes Street’ten kaleye baktığınızda yapının ihtişamını farklı bir açıdan izleyebiliyorsunuz. Tırmanılması imkansız gibi görünen sarp kayaların üstünde tam bir üs… Edinburgh Kalesi, tüm yönleriyle iktidarın simgesi.

Haggis ve viski
İskoçların ulusal yemeği Haggis. Biz de Edinburgh’a gelmişken hakkında anlatılan lezzet öykülerini deneyimlemek için haggis yiyebileceğimiz bir mekân arayışına giriyoruz. Rose Street üzerindeki pub ve restoranların önünde birkaç tur atıp sonunda birine karar veriyoruz. Haggis, çeşitli sakatatların ince ince kıyılıp baharatla harmanlanmasının ardından bir koyun midesi içine doldurulup haşlanıyor. Patates ve lahana püresiyle servis edilen İskoçların ulusal yemeği Haggis, lezzetiyle bizden tam not alıyor. Sakatat sevmeyenler ve vejetaryenlere hitap etmiyor ama savaş yıllarında yokluk çeken İskoçların geliştirdiği bu yemek denenmeye değer. Konuğu olduğunuz pubta İskoç viskilerinin her çeşidini deneme şansına da sahipsiniz. Bu esnada gayda seslerinin size eşlik etmesi de muhtemeldir.

İlham kaynagi kent
Yazarların ürettiği kurguların esin kaynağını her daim merak ederiz. Nasıl oluyor da böylesine karmaşık bir örgüyü kuruyorlar ve herkesin anlayabileceği bir dil ile okuyucuya sunuyorlar? Resmi turizm sloganı “Dünyanın en ilham verici kenti” olan Edinburgh'ya yolunuz düştüğünde, zihninizde bir şeyler kurgulama ve oturup bunları kaleme alma isteğinizin yükseleceği kesin. Her yanınızı saran gizemli atmosfer, her bir kaldırım taşındaki yüz yıllık ayak izlerini görmenizi sağlıyor. Kaleminize de güveniyorsanız, elinizdeki bu fırsatı değerlendirmediğinize pişman olabilirsiniz. Edinburghlı yazarlara göz attığımızda kentin, dünyanın en ilham verici yeri olmasının aslında çok da iddialı bir söylem olmadığının farkına varıyoruz. Mütevazı kaldığını dahi söyleyebiliriz. Geçtiğimiz aylarda beyaz perdede izlediğimiz ünlü dedektif hikâyesi Sherlock Holmes’un yazarı Sir Arthur Conan Doyle Ediburgh’da yaşamış. Ünlü yazar, Sherlock Holmes’u Edinburgh’da tıp okuduğu yıllarda yazıyor. İskoçya’nın başkentinden yola çıkıp dünyayı saran bir başka eser de Joanne Kathlen Rowling’in Harry Potter’ı. Adını andığımız eserlerin ortak yönü ise gizem. Bilinmeyenler ortasında kaldığınız bir mücadele... Kentin size sunacağı atmosferi gidip görmeden önce, orada yazılan eserlere göz atmak bir ön tecrübe olabilir. Özetle Edinburgh’nın size ilham vereceğinden emin olabilirsiniz.

Highlands
Cesur Yürek’te izlediğiniz sonsuz yeşillikleri yakından görmek isterseniz, Eidnburgh’dan biraz uzaklaşmanız gerekiyor. Şehir merkezinden düzenlenen turlara katılarak, yeşillerin arasında huzur bulabilirsiniz. Highlands’te sizi kırmızı yanaklı, koca göbekli, neşeli ve çakırkeyif insanlar kucaklayacak. Dinginlikten sıkıldığınızda Loch Ness Gölü’ne gidebilirsiniz. Loch Ness size farklı bir atmosfer sunabilir. Keza bu gölün bizdeki Van Gölü Canavarı’ndan çok daha popüler bir sakini olduğu söyleniyor. Halk arasında Nessie adıyla anılan canavarın var olmadığı yapılan araştırmalarla belirlenmiş olsa da kendisi turistik bir değer olmayı sürdürüyor. Göle gelen ziyaretçiler, Nessie’yi simgeleyen hediyelik eşyaları satın alıyorlar. Özetle Loch Ness ziyareti, Highlands gezinize farklı bir boyut katabilir.


Cadı avlarından festivallere

Edinburgh’nın gizemli bir kent olmasının başlıca nedenlerinden biri de geçmişte yapılan Cadı Avları. Orta Çağ Avrupası’nın bu ritüelinin ardında yaşanan salgın hastalıkları batıl gerçeklerle açıklama eğilimi yatıyor. Edinburgh’da yapılan cadı avları da kentin nüfusunu yarıya indiren büyük veba salgını ile birlikte başlıyor. Salgının nedeninin büyü, sihir gibi şeylerle uğraşan cadılar olduğuna inanılıyor. Bunun ardından avlar başlıyor. Cadı olduğundan şüphelenilen kimseler bir su birikintisine atılıyorlar. Suda boğulursa cadı olmadıkları ortaya çıkıyor. Boğulmayanlar ise cadı kabul ediliyor ve Edinburgh Kalesi’nin önünde yakılarak yok ediliyor. Dinlediğiniz öykülerin etkisinde kalırsanız, geceleri loş ışıklı Edinburgh sokaklarında kaçan bir cadı ve ardında onu kovalayanları görebilirsiniz. “Hayalgücüm kuvvetli değildir” diyenlerdenseniz, yer altı zindanlarının bir çoğu, profesyonel tiyatro sanatçılarının size o günleri yaşatacağı aktivite merkezlerine dönüştürülmüş. Görünen Edinburgh’nın altındaki zindanlarda korku turuna çıkabilmek sizin cesaretinize kalıyor. Yüzyıllar önce yaşanan bu avların ardından günümüzde Edinburgh, tarihi dokusunun yanı sıra bir festivaller kenti olarak anılıyor. Çok sayıda ilgi alanına yönelik düzenlenen farklı festivaller zaman içerisinde Uluslararası Edinburgh Festivali şemsiyesi altında toplanmış ve ağustos, bir festival ayına dönüştürülmüş. Öte yandan her 31 Aralık’ta Hogmanay adı verilen büyük bir sokak partisi yapılıyor. Edinburgh’yı kalabalık anlarda ziyaret etmek için ideal tarihler, Ağustos ayı ve yeni yılın hemen öncesi.

Edinburgh Notları

- Kentin 450 bin kişilik nüfusu, festival ayı Ağustos'ta 1 milyonun üzerine çıkıyor.
- Edinburgh her yıl, sokakta gerçekleştirilen dünyanın en büyük yeni yıl partisine ev sahipliği yapıyor.
- Harry Potter'ın yazarı Joanne Kathlen Rowling serinin ilk romanı olan Harry Potter ve Felsefe Taşı'nı Edinburgh'da bir kafede yazdı.
- James Bond'u canlandıran unutulmaz aktör Sean Connery, bir dönem at arabasıyla süt sattığı çocukluk yıllarını Edinburgh'da geçirdi.
- 1583 yılında kurulan Edinburgh Üniversitesi, dünyanın en ünlü eğitim kurumları arasında yer alıyor.
- Edinburgh Kalesi her yıl 1 milyonun üzerinde ziyaretçiyi ağırlıyor.
- Sherlock Holmes'un yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle, Edinburgh'da doğdu.
- Telefonu icat eden Alexander Graham Bell, Edinburgh'da doğdu.
- Edinburgh, Roma, Viyana gibi Avrupa kentleri ile birlikte Dünya Mirası listesinde yer alıyor.

Roadlife'ın Kasım - 2010 sayısından...

Diğer dünya kentlerinden...
- Urfalı Ramazan Dublin'de nasıl Yunan Ramos oldu?
- 'Öz kızı' Titanic'i derinlere uğurlayan kent Belfast
- Kuzey Avrupa’daki Türklerin öyküsü: Londra'daki Türkiye
- Charleston: ABD tarihinin dönüm noktasında biber arayışı
- Erivan'da farkına varılan, geleneklerin büyülü gücü










Hiç yorum yok: