Öğle saatleriydi bir şeyler atıştırmak için bilgisayarın başından kalktığımızda. Sağanak ile çisenti arasında gidip gelen yağmura aldırmadan yürümeye koyulduk. Çankaya kaldırımları ıslak güz kostümünü giymiş, parlıyordu. Tek kişilik dar yaya alanında karşılaştık 'Çankaya'nın çıtırı' ile. O da kahverengi giymişti. Sözleşmişçesine diğerleriyle, Ankara'nın 'gayriresmi donuk renk modası'na uyum sağlamaya çalışıyordu besbelli. Yağmurdan sersemlemişti. Kaygılı olduğunu gizleyemiyordu. Yabancı da değildi halbuki. Acelesi vardı, yetişmeye çalıştığı yer, kaldırımın öbür ucu olsa dahi ulaşması saatlerine mal olacaktı.
La Fontaine fablları zihinimizde, çıtırın yanına yaklaştık. Yağmur damlaları antenlerinin frekans ayarını bozmuş olmalı ki ikisi de farklı yönlere bakıyordu. Makro fotoğraf karelerinin sevimlisi, yağmura hazırlıksız yakalanmış, kendini güvenli bir bölgeye atmaya çalışıyordu. “Bundan ufak bir 'soft haber' çıkar, kendisi gibi” düşüncesiyle görüntüledik çıtırı. Ve bir kösele altında çıtırdamaması için kuru bir saçak altında vedalaştık kendisiyle.
Kışları donma, yazları da kuruma tehlikesi nedeniyle ağaç kovukları ve toprak altında korunan çıtır ve diğer türdeşleri, ilk ve sonbaharlar aylarında yağmurdan kaçarken yine karşımıza çıkacak. “Oh be” diyebilecekleri bir mevsimi yok onların. Yazı sevse ayrı dert, kışı sevse apayrı... Bir türlü sevemediği sarımsak da yakasını bırakmıyor. Yaşarken kaçsa da Fransız mutfağına malzeme olduğunda sarımsak yine buluyor onu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder