Türkiye'de yıllardır “Şunu yapmadan dönmeyin”, “Bunu yemeden gelmeyin”, “Burada mutlaka kalın” klişeleriyle bizi zapturapt altına almaya çalışan gezi dergilerine inat, mütevazi tavrıyla, keyifle okunası bir yayın var artık raflarda. Evet Roadlife'tan bahsediyorum. Roadlife, gezi dergileri arasındaki yerini sağlamlaştırıyor.
İnternet üzerinden yapılan “gogle tabanlı” gezilerle oluşturulan sayfaları, Roadlife'ta göremiyoruz çünkü yazarlar bizzat yaşadıklarını aktarıyor ve konusuna “Ben bunları yaptım, siz de yapabilirsiniz” şeklinde yaklaşıyor. Tatile ya da haftasonu gezisine çıkmadan önce Roadlife'a göz atmakta yarar var. İş geziniz öncesinde dahi Roadlife'ta kaçamak yapmaya yönelik bir şeyler bulabilirsiniz.
Roadlife'ın takipçisi olmanın yanısıra içeriğine de zaman zaman katkı sağlıyor olmam, dergiyle buluşmalarımdaki heyecanımı iki katına çıkarıyor. Roadlife'ın Ağustos sayısında kapak konusu Londra'ydı. Gözde İlter'in yaptığı Britanya yolculuğu sonrası, bire bir deneyimlerine dayanarak kaleme aldığı yazıda, muazzam sayfa tasarımının da katkısıyla bir yıl yaşadığım Londra, adeta sokak sokak gözlerimin önüne geldi. Kapak fotoğrafı'nın da benim objektifimden çıkmış olması bu mutluluğu artırdı. Geçtiğimiz yıl Londra'ya gittiğim ilk günlerde çektiğim Westminster Underground İstasyonu'nun tabelası ile Big Ben'i aynı çerçevede buluşturduğum fotoğraf, Roadlife'ın kapağını süslüyordu. Emek verilerek ortaya çıkarılan eserlerin, başarılı mecralarda yayımlanmasının tadı bir başka oluyor. Yaptıkları işe inanan ve korkusuzca denedikleri yeniliklerle, takipçi sayılarını her geçen gün artıran Roadlife ekibine başarılar dilyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder